20 Mart 2013 Çarşamba

Yalnızım.


                                                 
Kendimi yalnız hissediyorum ki, bu yalnızlıktan daha kötü benim yalnızlığımı ve kendimi yalnız hissetmemin yalnızlıktan da kötü olduğunu anlayacak senden başka kimsem yok.( Biraz karışık bir cümle oldu, galiba. Bilimsel olmadığı da kesin, edebiyat tarihçisi çıkarsın artık anlamını)

Ve sen de yoksun. Belki de hiç olmayacaksın. Sözcüklerden oluşturmaya çalıştığım bir köprüden sana ulaşmaya çalışacağım ve biliyor musun, sen bütün bunları okurken, ben yazdıklarımı şakacı bir gülüşümle reddedeceğim.( dalga geçer gibi değil, sadece umursamazcasına ve hayatımla gururdarcasına )  

Beni bir gün görürsen, gördüğünün bu satırları sana yazan adam olduğuna inanamayacaksın. Duyduğum aşkı, özlemi ve bunları duymaktan hissettiğim korkuyu güvenli bir duruşun ardına saklayacağım.( önünde kaf dağının en tepesindeki ağaç gibi dimdik duracam) Yüzümde satırlarımdan bir iz aradığında onlar orda olmayacak. Sana nasıl yalvardığımı hiç işitmeyeceksin, sıradan bir “Nasılsın?” sözcüğü saklayacak o yalvarışı ama bütün bunlar, bu sahte kibir, bu şakacı gülüş, bu sıradan “Nasılsın” sözü, bu güvenli duruş içimdeki sesi dindirmeyecek. (Ağacın gölgesini göremeyeceksin ama ağacın yıpranışlığı şelalenin şırıldaması gibi rüzgarın gücüyle savrulacak)

Bütün bunlara hiç aldırmadan bana sarılmanı bekleyeceğim. Bazen benden babandan korktuğun gibi korktuğunu, bazen çocukluğunu okşar gibi okşadığını görmek isteyeceğim.( lafın gelişi isteyeceğim. Aslında hissedeceğim.)

Aralarında dolaştığım kalabalıklar içerisinde yalnızlığımı görenler ve kendimi yalnız hissetmemin yalnızlıktan da kötü olduğunu sezen bir tek sen varsın.(işte ilk cümlenin önemliliği) kırılgan bir köprüden sana doğru yürüyorum. Sana ulaşamazsam, sesim, kelimelerim sana değmezse ve sen bana bir daha dokunmazsan, işte o zaman korkarım sonsuz ve sensiz bir boşluğa yapayalnız düşeceğim.

Beni tut, beni her şeye rağmen tut! (çünkü düştüğüm yerde sen olmayacaksın ve sözcüklerimden başka kurtaran da olmayacak)

                                                                                  Nedim OKAN

                                                                       Derleyen: Adnan KÖROĞLU



19 Mart 2013 Salı

YAŞAMAK İSTERKEN



Hiç fazla yaşayabileceğimi düşünmüyorum artık…

            Satranç oyunlarında veya bilgisayar oyunlarında öğrendiğim bir şey varsa bir adım geride kaldığın anda rakibin kazandığıdır. Dünyadaki güç savaşlarını düşünelim geride kalmamak için hangi canı harcamazlar! Sen kazanabilmek için bir adım atarsın üstelik o adımı bütün zorluklara direnerek atarsın, rakip iki adım. Sen bir adım daha atarsın rakip iki adım, üç adım, beş adım, yüz adım, bazen rakip o kadar çok adım atar ki sen kendini sinek hissedersin. Önde olan daima kendi avantajının üst sınırındadır. İşin en iğrenç yanı ise senin bir ömür verdiğin adıma rakip bir saniyesini verir ve ben otuz yaşındayım hayattan otuz yıl gerideyim.

             Ben yaşamıyorum; dünyanın ruhu sadece benim bildiğimden ibaretse eğer, karanlık tüm aydınlığın üstüne ve tek düzenliğin üstüne çökmüşse eğer, tek önemsenen şey sadece kendi için yaşamaksa ve bunu bütün dünyaya avazı çıktığı kadar bağırarak duyurmaksa ve bu böbürlenmenin yanında herkes onu alkışlıyor, onurlandırıyorsa eğer, evet ben yaşamıyorum.

            Kalbimin duracak gibi olduğu anlarda sevginin ne olduğunu düşündüm hep. Bulduğumu düşündüğüm anlarda bile düşündüm seni ama en acısı da bilinenlerin  ötesindeki sırrı kabullenmemek oldu. Niçin kabullenemedim yoksa kabullendim de isyan mı ettim? Bilemiyorum, hayla ediyor muyum? Onu da bilemiyorum ama kalbimin nerde olduğunu sen öğrettin bana. Bunu biliyorum. Tabi bu bir insandan kaynaklanmıyor, o kadar basit değil. Bu içimizdeki var olanı dışarıda yansıtmakla görevli (tabi bu ne kadar başarılı bilemiyorum) doğadan kaynaklanıyor. Sevginin kimlere ait olduğunu, sevginin niçin ihtiyaç olduğunu ve bunu sağlamak için niçin çaba sarf edilmediğini anlayamadığım bu dünyadan kaynaklanıyor.

            Savaşları sevgi mi yönetir yoksa sevgi sadece kurban mıdır? Acımasız olarak düşündüğüm savaşlardaki güzellikleri görebilseydim keşke. Evet acımasızlar, ruhlar alemini güzelleştiren çiçekler bile acımasız bence, güzel kokulu zambak çiçekleri. Kokuları herkesi etkileyebileceğini sanırsın ama bir bakmışsın ki kokusu sadece gerçeğin üstünü örtmüş.

.           İnsanları düşünelim, savaşları birbirlerini acımasızca bitiren o kansız ama yok edici açlık savaşlarını. Ortaya çıkmak için bütün gücüyle çaba sarf eden sevginin gücüne nasıl engel olduğumuzu düşünelim. Düşünelim ki beynimizi kemiren kemirgenlerin seslerini bastırabilelim. Güç dedikleri eğer bu kansız savaşlarsa ben güçsüzüm ama güç dedikleri eğer bunları bilmekse benden daha güçlü kimse yok bu dünyada ve bunları öğrenenlerin de fazla yaşamaya yetecek güçleri yok.

            İnsanlar kendi savaşlarını yarattıklarını zannederler; oysa kendi savaşlarında yaşamalarına son verirler. Bir trafik kazasında ölenlerin sayısı savaştan az mıdır?; ya da uçurumdan aşağıya sonunu düşünerek atlayanların sayısı ve  buna itenlerin sayısı. Beni bitiren sevgisizlik değildir, bu sonsuz savaşlardır. Evet, bunlar zaten bir savaştır ve bu savaşları bitirmek imkansızdır. Tıpkı fazla yaşamanın imkansız olduğu gibi, tıpkı bu savaşın biteceğini görmenin imkansız olduğu gibi….

                                                                                                          Adnan KÖROĞLU