16 Mart 2012 Cuma

İNSANIN ESİRİ

           Günün öteki yüzü, hayatın görünmeyen bir yadsıması gibi gelir insanın üstüne. Hayat, bu yüzü nasıl yadsıyacağını bilemez, ama her şeyin farkında olan insan ruhu fark etmemiş gibi davranır, üstüne gelen bu yükün ardından. Anlamsız geçen onca seneden sonra hiçbir şeyi fark etmemiş gibi davranması hiç kolay değildir onun için, ama yine de kaçmak zorundadır. Bütün günlerde, bütün hayatlardan, bütün inkarlardan kaçmak; ruhunun derinliklerine kaçmak.

             Gökyüzünün mavi derinliklerinin siyahlaşmaya başladığı o uzun ve zorlu labirentlerden geçen günde apansızın derinliklerindeki o karanlık kırmızılığın; yani içindeki gücün ortaya çıkmasına adeta izin verircesne çıkan dev dalga gibi ardı ardını kovaladı. Kaçmaya başlamıştı aslında ama bunu hiç kimseye anlatamadı yada hiç kimse bilmedi, kendi bile. İnsanların huzuru ince ipliğe bağlıdır. O ip gücünü sadece içinden alır. kendi içinden başka değil. Gücün, kudretin olduğu yer, diğer ruhların eğildiği ve hiçsizliklerin yoğunlaştığı bir durum meydana gelir. İnsanın kendi vücudunun bazı organları esir, bazıları efendiyse vücut köleleştirilmiş sistemin bir parçası olmaz mı? İnsan vücudu, isyan etmeye başladığında yaşadığı duygu aslında günün öteki yüzünü görmek  ve bu yüzden mümkün olduğunca uzak durmaktır.

            Sözler, insanı hiç bir şekilde ifade etmez ve insan, insanın esiridir. bu esirlik dünyada hiç bir zaman eşitlik olmadığını gösterir, insana
         

22 Şubat 2012 Çarşamba

KÜÇÜKLERİN BÜYÜKLÜĞÜ


            Devler arasında küçücük bir böceği ezmektir hayat.
            Böcek zararsızdır ama yine de ezilir
            Ezilmek diğerleri için bir zorunluluktur
            Böcek için ise bir kurtuluş...
            Hayatın dev, acımasız ve monotonluğundan kurtuluş
            O  kurtuluş ki ezen ve ezilen aynı
            Tıpkı bir başkasının ezileceğinin garanti olmadığı gibi.
            Ezmek ve ezilmek bir duygudan ibaretse
            O duygunun tek amacı midenin bulanmasını engellemek olur.


            Dev bir okyanusun içindeki plaktondur hayat.
            Plaktonun sonu yem olmaktır
            Bunu balıklar da bilir, plakton da, dev okyanus da
            Plaktonun amacıdır bu.
            Yaşamın amacıdır bu.
            Güçlülerin yaşaması için bir yem
            O yem ki döngünün başlangıcı
            O yem ki olmazsa yaşamın bitireceği
            Okyanusun en güçlüleri bile ona ihtiyaç duyar.


            Evrenin en küçük gezegenlerindendir, dünya
            İçinde benim hayatımın büyüklüğünün olduğu tek yer
            Bazı insanların sığmadığı, bazı insanların küçük kaldığı yer.

         
            Ben  koca evren içindeki koca dünya içindeki küçücük olan ben, hayallerimin büyüklüğünü eğer kestirebilirsem hayallerimin içinde boğulurum.
                                                                                                              Adnan KÖROĞLU

14 Şubat 2012 Salı

YAPRAĞIN SUÇU


           Hani koskoca ağaçta dimdik ayakta duran, yaprağın üstüne senin sevginin düştüğü gün vardı ya; işte o gün anladım bembeyaz masum mu masum senin sevgini ama hissedemedim işte. Sen "Hisset" diyordun. Ben "Bilmiyorum." diyordum çocukluğumun verdiği o duygu yüklü bakışlarla. O anda her şey silinmişti sanki bir tek sen kalmıştın aklımda; bir de senin sevginle büyüyen o yaprağın duruşu.

            Yaprağın üstündeki yağmur damlasının şeffaflığına baktık beraber. Gururlu ve onurlu olan damla altındaki yaprağa aldırış etmeden süzülüyor, yere düşüyordu. Sonra bir diğer damla yolunu buluyor, sonra bir diğeri , sonra sonra....

             Havanın soğukluğuna ne sen, ne ben, ne de yaprak aldırış ediyordu. Belki de bizi senin sevgin ısıtıyordu. Kar taneleri senin eline düşmeye başladı. Elini tuttum. Soğuktu ama benim içim sıcacık olmuştu. Gözlerine baktım. Tüm hayatının mutluluğunu yaşamış gibi bakıyordun. Bir kar tanesini avucumun içine aldım. Soğukluğunu hissetmemiştim bile. Kar tanesini o sapasağlam duran tek yaprağın üstüne koydum. Sanki yaprağın her tarafı bembeyaz olmuştu. Belki de senin masum bakışların bana öyle gösteriyordu.

             O bütün kışın gücüne tek başına etrafındakilerin düşmesine aldırış etmeyen yaprak, kar tanesi dağılınca kopu verdi. Bizim o anki bakışlarımızı hiç umursamadı. Sevgimizi aldığını bilmiyordu. Onun bakışlarını           verdiği önemi bilmiyordu. Belki de diğer çarpan karlardan etkilenmişti. Belki de düşen arkadaşlarını özlemişti. Su hayattı ama onun ne hayattan ne de sevgiden haberi vardı.

             Koskoca dev çınar, son yaprağını kaybedince boynu büküldü. Dalları,o güçlü kolları, kurumuş sessizliğine bürünmüştü. Sanki sevgi bir anda yok olmuş, gerçekliğine kavuşmuştu. Sen ağlamaya başladın. Ben telaş içinde yaprağı alıp, silerek sana uzattım. " Hayır" dedin, " Taşınıyoruz." dedin. Yüzüme çarpan karlarla bütün bedenim buz gibi olmuştu. " Ayrılıyoruz, taşınıyoruz buralardan. ". Bir kol seni tuttu, bir kol beni. Sevgimiz kırılmıştı, düşümüz rüyalarımız kırılmıştı, şeffaflığımız masumiyetimiz kırılmıştı. Beni çeken kolla birlikte bir sana bir yıpranmış ağaca baktım. Suskun bir şekilde sevgimi aradım. Yaprağa düşen damlada sevgimi kaybettim.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            
                                                                                                           Adnan KÖROĞLU

12 Şubat 2012 Pazar

UZAY RÜYASI


            Bazen hayat, istemediğimiz şekilde değişir. İsteklerimizin değişmesi istemediklerimizin aşılmasıdır. İstek bir değişimse, hayat da bir değişimdir. Uzayın derinlikleri sürekli değişmediğini kim söyleyebilir ki? Uzayın sonsuz olduğunu söyleyenler değişimin sürekli olduğunu nasıl söylerler? Ya uzay sonsuz değil de değişimin ta kendisiyse yani sürekli değişen dünyada, monoton yaşamın çok az olduğu bir dünyada uzayın değişimle süreklilik kazandığı bana daha mantıklı geliyor.

            Bir bomba misali sürekli dağılarak genişleyen bir evrenin değişimle yaşamını sürdürmesini beklerim. Genişleyen evren teorisine göre bu değişen evrenin sürekli enerjisini kaybederek değiştiği ve sonunda yok olacağı savunulur ama gücü artarak devam eden bir kaos gücünün sınırında durdurulursa ve bu kaybolan enerji, enerji korunumu yasasına göre geri kazanılırsa devasa bir enerji açığa çıkar ve bu enerji dünyayı daha iyi yaşanılan bir gezegen haline getirip gerçek anlamda gezegeni ölümsüz yapar. Evrendeki en büyük süpernova patlamasından bile daha büyüktür.

            Her şey enerjiden kurulmuştur. Güç enerji, madde enerji, evren bir enerjidir. Uzay enerjiden kurulu sistematikler bütünü ve kurgusudur. Güneşin enerjisi olmazsa dünyadaki canlılar kaç saniye hayatta kalabilir ki ya da galaksilerin kendi düzenleri içinde yörüngeleri olmazsa kaç yıldızın ışığı sönmeden durabilir. Süpernova patlamalarından açığa çıkan enerji olmazsa kara delikler oluşamaz. Bu kadar enerjiye ihtiyaç duyduğumuz ve enerjinin de çok büyük bir öneminin olduğu bir zamanda bu kaybolan enerji fiziğin yasalarına göre açığa çıkartılırsa hemen hemen bütün sorunların ortadan kaldırılabileceği de bir gerçektir.

           Uzayın genişlemesiyle yok olan bu enerjinin oluşması için gerekli olan sadece daha büyük bir enerjidir ya da bu enerjinin gösteriş biçimidir. Tüm uzayı kapsayacak bir enerji.... Öyle ki uzayın merkezinde oluyorsun bu enerjiyle ve her şey sana bağlı olur, tüm evrene hakim olacak bir konumda kollarını avuçlarına kadar tüm gücünle açarsın ve uzayı dengede tutarsın. İşte güç .... Soluduğun hava artık uzay boşluğu değil senin enerjin olur. Senin uzaya değil uzayın sana ihtiyacı olur.

           Tüh rüyaymış* . Tüm enerjilerin kaynağı olan uzaydaki bu enerji, elde etmek imkansızdır. Fiziğin temel kuralının dediği gibi "Hiç bir enerji vardan yok, yoktan var olamaz."
                                         
                                                                                                                    Adnan KÖROĞLU
       

26 Ocak 2012 Perşembe

AYAK SESİN

Benim sevgim soluktur.
Nefesimin içindeki gramaj satışıdır.

Benim sevgim yudum gibidir.
Ağzımda bıraktığı tadın nefis kavuşmasıdır.

Benim sevgim koku gibidir.
Terk eden yosmaların parfüm kokusunu hissettirir.

Benim sevgim bir dokunuş,
Kar tanesinin vücuduma dokunması,
Vücudumda paramparça olması gibidir.

Benim sevgim tık sesi,
Kalbimin atışıyla birlikte gelen
Senin ayak sesindir.


Benim sevgim,
Nefesinin nefesime, nefisin nefiseme değdiğinde
Kalbimin ayak sesidir.
                                         Adnan KÖROĞLU

21 Ocak 2012 Cumartesi

ŞİİR ZAMANI

           Şiirler ruhu dinlendirir derler ama bazı şiirler dinlendirmekten çok ruhu uyandırır. Ruhlarımızın sürekli dinlenmesini isteyenler bu şiirleri çok iyi bilmezler veya sevmezler.

           Benim en sevdiğim şiirleri en iyi yorumcularıyla dinlemenizi isterim;

Varan 1: Nazım HİKMET :VATAN HAİNİ




Varan 2: Orhan Veli KANIK - BEN ORHAN VELİ


Varan 3: Atilla İLHAN - BEN SANA MECBURUM




Varan 4: Zafer AKKAŞ - GÜZELE


             İlginç şairler, ilginç hikayeler, ilginçlikler....

17 Ocak 2012 Salı

SPOR ve SPOR

            Günlük hayatta kullandığımız sözcüklerin eşseslileri çok ilginç olabiliyor. Mesela spor, eşeyli yolla üreyemeyen canlılar için üreme hücresidir, yani çoğalma neslini devam ettirme. Bizler için ise neslimizi değil kendimizi geliştirmekte kullandığımız her şey. Sadece vücut sporundan bahsetmiyorum, zihnimizi geliştirmek için, aklımızı geliştirmek için, ruhumuzu geliştirmek için hatta cinsel hayatımızı geliştirmek için.
            Sporun kelime anlamı, bedeni ve ya zihni geliştirmek amacıyla kişisel ve ya toplu olarak gerçekleştirilen, bazı kurallara göre uygulanan hareketlerin tümü olarak verilir. Peki bu geliştirme nereye kadar ve neresidir. Sadece beden ve zihin olarak sınırlamak yanlış olur, bence. Gelişim bir süreçtir ve yeri, bölgesi yoktur. Bedenimizi geliştirmek için yaptığımız sporları biliyoruz. Zihnimizi geliştirmek için satranç, ruhumuzu geliştirmek için yoga belki de... Bu bir sınır değil ki. Bazı sporlar ise tek yönde gelişim göstermez, satranç gibi...


             Bazıları satrancı bir spor olarak almayabilir. Doğrudur, satranç bir spor değil yaşam kaynağıdır ve insanın sadece zihnini geliştirmez. Zihin içindeki herşeyi; strateji gerektiren yerde stratejisini, hırsını, hani bir olay olur sonra ne yapılması gerektiği konusunda kimseye danışamazsın tek başına yapmak zorunda kalırsın işte bu gelişimi ve olaylara farklı yollardan bakmayı sağlayan satrançtır. Yaşantımızda bazı durumları kazanabilmek için, bazı durumlarımızı feda etmemiz gerekir. Kazançlı çıkabilmek için işte bu durumlarda duygusal yaklaşmamayı, zihinsel gelişim amacıyla yaklaşmayı ve durum neyi gerektiriyorsa yapmayı sağlar. Fedalar bazen can alıcı olabilir. Satranç basittir; taş feda edersin, ya mat edersin ya da taş alırsın. Gerçek hayattaki güzel durumları feda etmeyi kim göze alabilir ki? İşte bunun artılarını ve eksilerini geliştirmek çok önemlidir.


           Eşsesli sözcüklerin bir diğeri olan spor ise oluşumundan itibaren binlerce yıl yaşayabilen ve uygun ortamda kesesi parçalanıp canlılığını koruyabilen hücrelerdir. Yaşamın başlangıcını açıklayabilen en kuvvetli tezlerden biri olan Panspermia  Hipotezi bir sporun dünyadaki canlılığı başlattığıdır. Bu hücre spor sayesinde canlılığını korumuş ve uzun yıllar yaşamıştır, hipoteze göre. Bunun en büyük eksikliği sporun geldiği yerde canlılığın nasıl başladığını açıklayamaması olarak ifade edilir. Panspermia'da bu sporlar yaşamın kökü olan ve tüm evrene yayılmış olan tohumlardır. Exogenesis yani dış köken, eski çağlar öncesinden gelen bir meteorun üstündeki spordur. Hipotez, bu görüşü tam açıklayamasa da yanlışlığını ispatyacak bir kanıt bulunmadı. Aksine her türlü koşulda yaşayabilen hatta uzay boşluğunda yaşayabilen sporlar bulundu.

          Tüm bu fikirlere göre hiç kimse dünyayı mahvedecek kadar aklımızı başımızdan almadı; sürekli geliştirdi ve bu yani spor, hücreleri de genç tuttu. Çoğalmayla ya da gelişimle olması farketmedi.
                                                                                                                          Adnan KÖROĞLU

10 Ocak 2012 Salı

TESADÜF BU YA


Gün güne rastladı
Sınırlarını çizdiğimiz
Günün ertesinde.
Zaman ve bilim
Olanca kuvvetleriyle
Birleşme gayretindedir,
Bu rastlantı sonucunda.

İnsanlık ölümsüzlüğün
Tahtına oturmuş olacaktır;
Bunu başarabilirlerse eğer.

Zaman, beraberinde getirir
Sınırlarla birleştiğinde
Sınırları aşan gücü...

Bugün bahsi geçiyorsa
Yüzyıl öncesinden
Bir bilim adamının,
Sınırları aşarak geldiğindendir.

Zamana hükmediştir bu
Zaman ve bilim
Sonsuzluğu da aşacaktır;
Birleşimlerinin haşmetiyle.

Sınırları aşmak ölümsüzlükse;
Rakiplerine şans dileye dileye
Tesadüflerini ortadan kaldırıp
İstediğini elde ettiğinde
Sınırsızlıklar sınırlarla sınırlanacaktır.

        GÜN-SE YAYINCILIK iftiharla takdim etti.

9 Ocak 2012 Pazartesi

ÖLÜMSÜZLÜK İKSİRİ


           Sınırlarımızı çizdiğimiz günlerin ertesinde ne olduğunu bilemediğimiz sınırsızlıklarla dolu olduğunu düşündüğümüz günlere rastlar. Bu rastlantı sonucunda zaman ve bilim bütün güçleriyle birleşmeye başlar. Eğer bunu başarabilirlerse insanlık ölümsüzlüğün sınırını çizmiş olur.

           Zamanın getirdiği sınırlar birleşimiyle birlikte bu sınırları aşan gücü beraberinde getirir. Bu tıpkı bir bilim adamının sınırları aşarak günümüzde bile hala konuşulması gibidir. Mesela Einstein, Tesla, Galileo ... Bu ölümsüzlüğün sınırını aşmış kişiler, bedenen olmasa da zamana meydan okuyarak bütün güçlerini tüketmiş kişilerdir. Einstein'nin rölativite teorisini, Tesla'nın alternatif akım teorisini, Galileo'nun görelilik teorisini çözebilen kişi, tüm zamanının sınırlarını aşarak gücü sonsuzluğa ulaştıran ve meydan okumasını herkese kabul ettiren zamanla bilimin birleşim gücünü elde etmiş olur. Bu çözümlerinden birinin ulaştırılması demek sınırları yerinden oynatan ve tüm dünyada kendini hissettiren iksiri içmiş demektir. Kendini bilime amaçlamış bütün kişilerin yapmaya çalıştıkları budur. Einstein atomu araştırırken sonunda iksiri içeceğini ve buluşlarının sonsuzlukta yankı bulacağını biliyordu. Tesla, araştırmalarındaki tek gaye buydu. Bilim sonsuzluktur ve bunu onlar biliyorlardı, sınırları aşmanın tek yolunun bu sonsuzluğa olaşmak olduğunu. Galileo araştırmalarını sadece dünya üzerinde sınırlamamasının sebebi budur. Bilimin sınırı yoktur. Çünkü zaten bilimin amacı bu sınırları aşarak ölümsüzlüğün gücünü getiren bu iksiri içmektir.

           Bir çok bilim adamı sınırları aşarak buldukları buluşların bu kadar çok gelişeceğini düşünmemiştir. Zaman akıp giderken ve bu zaman çok kısa olurken ne kadar düşenebilinir ki daha. Sınırların aşımı sınırsızlığı getirdiği gibi zamansızlığı da getirir. Bu gidip gelmeleri ömrü evren yaşına göre kat kat daha küçük olan insan ne kadarını anlamlaştırabilir? Böyle bir durumda evren eğer dünyaysa insanlar Atomun içindeki taneciklerdir anca. İşte bu kaostur. Evren ile insan arasındaki bu eşitsiz sınırlar dizimi düzensizliktir. Düzensizliğin getirdiği ve tesadüf ismi verilerek nitelendirildiği düzenler ölümsüzlük iksiridir.  Bunu içen kişi, sınırlar içinde boğula bilinen dünyadan uçarak uzaklaşır.

           Sınırlarımızı aşmanın tek yolu ölümsüzlük yani tanınmaksa eğer, bunu elde etmek için savaşılan bir dünyada rakiplerine şans dileyerek tesadüfleri ortadan kaldıran bir kişi kaosu ortadan kaldıran olarak istediğini elde eder. Sınırlar, sınırsızlığı getirir.
                                                                                                                    Adnan KÖROĞLU
             

4 Ocak 2012 Çarşamba

İYİKİ DOĞDUNUZ HOCAM


            Bize yol öğreten, bazen kızdırsak da bazen kızsak da yüzde doksan dokuzumuz hep severiz. Yine bilmsel konuştum değil mi hocam ama bunu siz  sevdirdiniz bize. Bilimi değil ama kişilik oluşturmayı sevdirdiniz. Herkesi bir yazı stili var demiştiniz. Daha önce elbette yazı stilimi bilirdim ama bunun önemli olduğunu ve insanı kişi yapan değer olduğunu siz gösterdiniz hocam.
   
           Övünülecek ve hayran olunacak özelliklerinizi size anlatmama gerek yok hocam. Zaten bunları herkes biliyor. Benim anlatmak istediğim sizin de bize öğrettiğiniz kişiliğiniz ve duruşunuz. Bunu bozmamanızı canı gönülden isterim. Bu yılın size şans değil de tecrübe getirmesini isterim tıpkı daha önceki yıllar gibi. Tecrübe bence yaşantı geçirmekle değil farklı ve güzel yaşantılar geçirilerek kazanılır.

           Hayata bakış açınız farklı, insanlara verdiğiniz değer farklı ve yaşantılarınız diğer insanlardan hep farklı ve sizden hep bu farklığı korumanızı isterim. Güçsüzleri hep güçlü kişilerden koruduğunuzu ve eğer onlar güçsüzse ben de onlardanım dediğinizi biliyorum. Hayatım boyunca böyle kişileri hep tanımak istedim. Bana bunu yaşattığınız için çok teşekkür ederim, hocam

           Tabi hayatım boyunca unutamayacağım son sürpriz. Kitap basacaz deyince içimden olmaz diyordum. Nasıl olsun ki Ben çocukluğumdan beri okuduğum kitaplar sayılı olan ben, hep bilime merak duyan ben, şu kitabı okudun mu diye sorduklarında filmleri daha güzel diyen ben, okumaya başladığımda ya ikinci sayfasından sonra sıkılır ya da sayfanın sonunu okumadan geçen ben sizinle kitabımız çıkacak. Müthiş bir şey. Bana bunu yaşattığınız için size ve Seda'ya çok çok teşekkürler

           Neyse artık bitirim biliyorsunuz kısa yazarım. Yalnız şunu bilin ki daha hislerimin yarısını bile size yazmadım. İyi ki dünyaya geldiniz ve karşıma çıktınız hocam . Doğum gününüz kutlu olsun

                                                                                          oğlunuz - Adnan KÖROĞLU

3 Ocak 2012 Salı

DEDİK Kİ



             İçimizden geçen masum sözlerin yer aldığı bu satırlar aslında karma bir ruh gibi ve her şey var bu ruhta: bilim, sanat, hikaye, köşe yazısı, duygusal şiirler yani arayıp da bulamadığımız her şey.  Dört farklı fikrin bir araya gelmesiyle oluşan ve devamının gelmesini merakla beklenen eserler bütünü.

             Biz yazılarımızda bazen yıkılan gönül köprülerini kurduk, bazen resmi yazılara önem verdik, bazen içimizdeki boşlukları doldurduk, bazen anlayamadığımızı anlayınca heyecan duyduğumuz yazılar yazdık, bazen bilinmezlikleri hep beraber çözdük, bazen ise bilinenleri ama söylenmeyenleri dile getirdik ama hep yağmur damlası gibiydi yazılarımız hep üzerlerine ilave ettik. Dedik ki'yi diğerlerinden ayıran da bu oldu.

            Bu kitap, çok fazla iddaya gerek duymadan hazırlanan ve hazırlayan kişilerin sadece duygularını değil her şeyini ortaya çıkartan bir kitap olmakla birlikte eşi ve türü belli olmayan, Dedik ya, insanların isteyip de bulduklarının toplamı hatta çarpımıdır. Çünkü kitapta dört ayrı kişinin içinden dökülenler var. Bir plan, programla yazılan yazılar ve okuduğunuzda ilk düşünceniz " Bu diğer yazılardan farklı " olup sonra ise " Bu da güzel olmuş" diyeceğiniz yazılar var. İşte Dedik ki'nin amacı bu.

           Bu kitap okunmalı. Okunmalı ki diğer yazarlara örnek olmalı "Bak böyle yazılar da yazılabiliniyormuş" denmeli. Denmeli ki diğerleri de böyle yazılar yazmalı. Hiç bir etkiden korkmadan yazmalı.

                                                                                                  Adnan KÖROĞLU' nun ilk kitabının önsözü