11 Eylül 2013 Çarşamba

AYNA

aynaya baksan da görsen
sen de herkesi silsen 
dön dur olduğun yerde 
gittiğin gün gelsen
 
sevdiğini bilsen
akşam olunca sevsen
hayatı bilmesen, bildiğini varsaysan
Anca durur zamanın sınırı.
                       N-A

22 Ağustos 2013 Perşembe

İSTANBUL VE HAYAT

        Ömrümün son mutluğunu yaşatırcasına bir yerlerdesin. Hayatım bir avuç toprağın içine batmış bir fidan olmuş. O fidan ki bir hayatın başlangıcı, bir hayatın ise sonu. İstanbul'un güzelliğinin unutturduğu gibi bir yaşam yani. O yaşamda filizlenen bir fidan var; Aşk...



         Ey aşk nasıl bir cinssin sen? Gururdan öte misin ya seni tanıdıktan ve birlikte olmadıktan sonra geçen ömre bedel misin? Peki hiç mi önemsemezsin boşa geçen yılları ? Sevgiden de öte bütün yaşamlara hatta gerçeğin kendisine bile dimdik duracak kadar neyin var senin? Bunun için bile bir güç gerekir. Benim gücümün tükenmesine rağmen hala ayakta kalıp büyümen niye? Seni sevgiden, gerçek yaşamda yüz bulamamış o bağlamsız tek sevgiden tek sebebimden, üstün kılan şey nedir? Sevgi midir acaba...

         Sevgi doğanın güzelliği ruhun berraklığıdır elbet ama tek olmayan. Benim sevgim niye tek diye hep sordum kendime ; onun sevgisi değil, bunun sevgisi tek değil benim sevgim tek. İstanbul tek zaten.
       
         Zamanın geçmeden önceki hayalini bilmeden ve ya gözünden süzülüp giden bir damla göz yaşının bile bir görevi olduğunu anlamadan defalarca söylenen o olumsuz sözlerin ne anlamı var ki. dünyanın ekseninin yanlış yerde durduğunu hissittiğimde yaşadığım tek şey nedenimi sorgulamak oldu. Tek sebebim bende değilken nedenim nerde? Nerde beni sürekli derin duygularla düşünmemden alıkoyan ve bana başka hiç bir duyguyu tatmama izin vermeyen fikir? Ama niyeyse hep cevabını bildiğim sorular soruyorum galiba; Çünkü hayatın cevabını bilmeden yaşayamazsın ve ya sadece hayatın geçtiğini düşünemezsin. Sonra bir şey oluyor ve artık eskisi gibi olamıyorsun. Ol deseler bile, bıçak zoru deseler bile yine  yine olamıyorsun
     

         Hayatımın ifadesi, aslında sebebini defalarca sorduğum ve o asılsız suçlamaları bile aradığım ama ne cevabı ne de aradığımı bulduğum senelerce geçen o tanışma anları galiba. Geçmişin geçmişte kalması ne kadar önemli olabilir ki nasıl olsa gelecek gelecekte kalmayacak ve şimdi geçmişte kalacak. O kadar önemsemedim ki dört yıl on dört gün beş saat cevabını beklediğimi fark etmedim. Hayat en uzun ifadeyle bu

         Bir arkadaşım evlilik kader midir diye bir soru sormuştu. Cevabını hep hayır diye düşündüm ama işin aslı yapılacak evlilik seni mutlu eden tek sebebinle yapılacaksa evet. Kaderi yaşamak herkes ister ama böyle bir kader, İstanbullu kaderi.
     

                                                                                                 
                                                                                                          Adnan KÖROĞLU

20 Mart 2013 Çarşamba

Yalnızım.


                                                 
Kendimi yalnız hissediyorum ki, bu yalnızlıktan daha kötü benim yalnızlığımı ve kendimi yalnız hissetmemin yalnızlıktan da kötü olduğunu anlayacak senden başka kimsem yok.( Biraz karışık bir cümle oldu, galiba. Bilimsel olmadığı da kesin, edebiyat tarihçisi çıkarsın artık anlamını)

Ve sen de yoksun. Belki de hiç olmayacaksın. Sözcüklerden oluşturmaya çalıştığım bir köprüden sana ulaşmaya çalışacağım ve biliyor musun, sen bütün bunları okurken, ben yazdıklarımı şakacı bir gülüşümle reddedeceğim.( dalga geçer gibi değil, sadece umursamazcasına ve hayatımla gururdarcasına )  

Beni bir gün görürsen, gördüğünün bu satırları sana yazan adam olduğuna inanamayacaksın. Duyduğum aşkı, özlemi ve bunları duymaktan hissettiğim korkuyu güvenli bir duruşun ardına saklayacağım.( önünde kaf dağının en tepesindeki ağaç gibi dimdik duracam) Yüzümde satırlarımdan bir iz aradığında onlar orda olmayacak. Sana nasıl yalvardığımı hiç işitmeyeceksin, sıradan bir “Nasılsın?” sözcüğü saklayacak o yalvarışı ama bütün bunlar, bu sahte kibir, bu şakacı gülüş, bu sıradan “Nasılsın” sözü, bu güvenli duruş içimdeki sesi dindirmeyecek. (Ağacın gölgesini göremeyeceksin ama ağacın yıpranışlığı şelalenin şırıldaması gibi rüzgarın gücüyle savrulacak)

Bütün bunlara hiç aldırmadan bana sarılmanı bekleyeceğim. Bazen benden babandan korktuğun gibi korktuğunu, bazen çocukluğunu okşar gibi okşadığını görmek isteyeceğim.( lafın gelişi isteyeceğim. Aslında hissedeceğim.)

Aralarında dolaştığım kalabalıklar içerisinde yalnızlığımı görenler ve kendimi yalnız hissetmemin yalnızlıktan da kötü olduğunu sezen bir tek sen varsın.(işte ilk cümlenin önemliliği) kırılgan bir köprüden sana doğru yürüyorum. Sana ulaşamazsam, sesim, kelimelerim sana değmezse ve sen bana bir daha dokunmazsan, işte o zaman korkarım sonsuz ve sensiz bir boşluğa yapayalnız düşeceğim.

Beni tut, beni her şeye rağmen tut! (çünkü düştüğüm yerde sen olmayacaksın ve sözcüklerimden başka kurtaran da olmayacak)

                                                                                  Nedim OKAN

                                                                       Derleyen: Adnan KÖROĞLU



19 Mart 2013 Salı

YAŞAMAK İSTERKEN



Hiç fazla yaşayabileceğimi düşünmüyorum artık…

            Satranç oyunlarında veya bilgisayar oyunlarında öğrendiğim bir şey varsa bir adım geride kaldığın anda rakibin kazandığıdır. Dünyadaki güç savaşlarını düşünelim geride kalmamak için hangi canı harcamazlar! Sen kazanabilmek için bir adım atarsın üstelik o adımı bütün zorluklara direnerek atarsın, rakip iki adım. Sen bir adım daha atarsın rakip iki adım, üç adım, beş adım, yüz adım, bazen rakip o kadar çok adım atar ki sen kendini sinek hissedersin. Önde olan daima kendi avantajının üst sınırındadır. İşin en iğrenç yanı ise senin bir ömür verdiğin adıma rakip bir saniyesini verir ve ben otuz yaşındayım hayattan otuz yıl gerideyim.

             Ben yaşamıyorum; dünyanın ruhu sadece benim bildiğimden ibaretse eğer, karanlık tüm aydınlığın üstüne ve tek düzenliğin üstüne çökmüşse eğer, tek önemsenen şey sadece kendi için yaşamaksa ve bunu bütün dünyaya avazı çıktığı kadar bağırarak duyurmaksa ve bu böbürlenmenin yanında herkes onu alkışlıyor, onurlandırıyorsa eğer, evet ben yaşamıyorum.

            Kalbimin duracak gibi olduğu anlarda sevginin ne olduğunu düşündüm hep. Bulduğumu düşündüğüm anlarda bile düşündüm seni ama en acısı da bilinenlerin  ötesindeki sırrı kabullenmemek oldu. Niçin kabullenemedim yoksa kabullendim de isyan mı ettim? Bilemiyorum, hayla ediyor muyum? Onu da bilemiyorum ama kalbimin nerde olduğunu sen öğrettin bana. Bunu biliyorum. Tabi bu bir insandan kaynaklanmıyor, o kadar basit değil. Bu içimizdeki var olanı dışarıda yansıtmakla görevli (tabi bu ne kadar başarılı bilemiyorum) doğadan kaynaklanıyor. Sevginin kimlere ait olduğunu, sevginin niçin ihtiyaç olduğunu ve bunu sağlamak için niçin çaba sarf edilmediğini anlayamadığım bu dünyadan kaynaklanıyor.

            Savaşları sevgi mi yönetir yoksa sevgi sadece kurban mıdır? Acımasız olarak düşündüğüm savaşlardaki güzellikleri görebilseydim keşke. Evet acımasızlar, ruhlar alemini güzelleştiren çiçekler bile acımasız bence, güzel kokulu zambak çiçekleri. Kokuları herkesi etkileyebileceğini sanırsın ama bir bakmışsın ki kokusu sadece gerçeğin üstünü örtmüş.

.           İnsanları düşünelim, savaşları birbirlerini acımasızca bitiren o kansız ama yok edici açlık savaşlarını. Ortaya çıkmak için bütün gücüyle çaba sarf eden sevginin gücüne nasıl engel olduğumuzu düşünelim. Düşünelim ki beynimizi kemiren kemirgenlerin seslerini bastırabilelim. Güç dedikleri eğer bu kansız savaşlarsa ben güçsüzüm ama güç dedikleri eğer bunları bilmekse benden daha güçlü kimse yok bu dünyada ve bunları öğrenenlerin de fazla yaşamaya yetecek güçleri yok.

            İnsanlar kendi savaşlarını yarattıklarını zannederler; oysa kendi savaşlarında yaşamalarına son verirler. Bir trafik kazasında ölenlerin sayısı savaştan az mıdır?; ya da uçurumdan aşağıya sonunu düşünerek atlayanların sayısı ve  buna itenlerin sayısı. Beni bitiren sevgisizlik değildir, bu sonsuz savaşlardır. Evet, bunlar zaten bir savaştır ve bu savaşları bitirmek imkansızdır. Tıpkı fazla yaşamanın imkansız olduğu gibi, tıpkı bu savaşın biteceğini görmenin imkansız olduğu gibi….

                                                                                                          Adnan KÖROĞLU

6 Şubat 2013 Çarşamba

BİR EL TUTMAK


            Küçücük bir ordudur; dev taneler arasında yaratılan bir nesne, büyür gelişir, aynı zamanda acayipleşir adaletin peşinden koşarcasına. Girer ve dünyamı değiştirir bir mumun alevinin hiç sönmezcesine ve büyür bir çığın ardında kalan dimdik duran mutlu evlere bakarcasına.
             Ardı arkası kesilmeyen bir yoldur bu.Süreklidir ne zaman biteceği bilinmez, bittiği kabul edilmez, sadece varsayılır. Mutlu olmak için yaşadığım onca yılı, bu süreklilik alıp götürdü. Yerini doldurduğu nesnedir bu, taneleri kuşatarak savaşa hazırlayan.
             Tanrım aşk mıdır bu? Beni benden alıkoyan sürekli içimde yaşayan ve asla kopmayan. Bu nesne midir? Elimde tuttuğum ve aklımdaki sözcükleri somutlaştırırcasına yazdıran. Bu gurur nerdedir peki? sürekli düşünmemi ve aramamı engelleyen. Niçin her gün, her saat aranır? ve "tam buldum." denir. Bir bakmışsın " Her gün konuşmaya alışık değilim." diye bir söz, geniş bir duvar örmüştür zamanın karşısında. " Daha önce nerdeydin niçin aramadın be ey adaletin peşinden gitmek isteyen dev tane ..." Of o zamanlar pek bir uğrardı yanıma gurur ve sürekli düşünmemi sağlardı, düşündükçe aramamı engellerdi ara verilmiş zamanın arkasındaki gurur. Nasıl aranmazdı, nasıl düşünülmezdi ki hayatta tek sebebin olmuş ve seni büyütmüş dev alev. Evet büyüdüm artık. Hesap sorabilecek kadar değil belki ama içimde sürekli yaşayan taneyi yaşatacak ve acayipleştirecek kadar.
              Ara verilmiş yazların arkasından dolaşıp geçecek bir sevgi midir bu? Yoksa bir fırsat mı? Yok yok o kadar basit olamaz. Daha önce kabul edilmedim ki ben, ara verilmiş dağın yamaçlarının ardında kalan bir fırsat olsun. Hem şimdi niye kabul edilim ki. Süreklilik hariç her şeyin değişmesinden başka ne değişti, hayatımda? Hayatım umutsuzluk olmuşken umuda doğru yolculuk niye? Sevgim tek yöne bakarken karşılıklı sevgi aramak için hareket etmemem niye? Onca sene olmamışken içimdeki yaşattığım taneyi atmamam niye? Oysaki benim tek hayalim vardı, bir el tutmak.
                                                                                                Adnan KÖROĞLU

30 Ocak 2013 Çarşamba

KURALLARIN BÜTÜNLÜĞÜ



            Sistematik kuralların bütünlüğünün kırılmasının eşiğinde olduğunu düşünüyorum bazen; yani düzeni oluşturan kuralların bütünlük anlamındaki değerinin kırılmasını ama bu sadece düşünmek olamaz bu kadar basit olamaz. Bunu düşünmek masmavi bulutların bir anda kapkara bulutlara dönüşüp ve gram yağmur yağdırmamasını ummak gibi hissetmektir. Bu his kuralların bütünlüğünü bozmak düşüncesiyse eğer bunlar teker teker kırılamaz demektir ve bu da bir bütünlüğün bozulmasını sağlayacak tek şeyin teker teker yok etmekten ziyade bütünsel yapısının bozulmasını sağlamak olduğunu gösteriyor. Gestalt psikolojisi gibi. Bu psikolojiye göre tek başına oluşan bir güçten ziyade güçlerin birliğinden söz eder, yani tek tek kurallar hiçbir işe yaramaz düzensizlik oluşturur. İsterse milyarlarca kural olsun tek tek oldukları sürece hiçbir işe yaramaz ama bu kurallar bir arada iken işte doğanın dengesini korur.

            Tek bir kuraldan bahsetmiyorum, ya da okul kuralı gibi bütünlükten de bahsetmiyorum, doğanın eşsiz kusursuz düzeninden de bahsetmiyorum. Benim asıl bahsettiğim dünyadaki sistematiğin yapısı. Mesela bir evlilik bir seri kurallardan oluşur. İyi günde, kötü günde, falan… peki bu evliğin bozulması için kurallardan bir takımının bozulması yeterli midir? Tabi ki değildir. Evlilik bütünlünün bozulması ve gitgide kötüye gitmesi gereklidir ve bunu da sağlayan bu kuralları beraber oluşturan karı- kocadır, yani kuralların bütünlüğünün bozulması sadece bunu bir araya getirenler tarafından yapılır.

 Sadece kelime anlamındaki kural günün birinde bütünleşerek birleşir ve güçlenir ve kırılması ise bir anda o bütünleşmeyi sağlayan güç tarafından olur. 
                                                                                           Adnan KÖROĞLU

20 Ocak 2013 Pazar

YALNIZ DEĞİLİM



Hayallerim ve rüyalarım kaldı hep benim yanımda; yani yalnız değilim. Hiç olmadım. Dünya bana sırtını döndüğünde bile olmadım. Sen beni istemediğinde bile yalnız olmadım ben. Olamam ki hayallerim var benim. Gerçek olmayan ama benim önemsediğim, benim istediğim kahramanlarım var. Orda yaşıyorum ben. Kuzgun renginde bir şatom ve zırhlı ordularım var mesela. Ha bide çok güçlüyüm ben. Öyle demeyin bir kılıçla yıkar geçerim. Pelerinimi çıkardığım zaman görün beni. Kimseye acımam, yok yok onu yapamam işte ben önemserim ki herkesi. İyiliğe iyilik kötülülüğe yine iyiliktir benim prensibim. Dünyanın tüm pisliklerine karşı inadına iyilik…

            Hayallerim var benim. Gizli bir ajanım mesela. Orduda görev yapmış sonra ayrılmış yanına olağanüstü yetenekleri olan adamlarını almış tüm kötülüklere karşı savaşan bir ajan. Üstelik bu ajan kimseden de emir almıyormuş, deli yürek misali. Mafyaya dönüşmüş sonra, dünya korkar olmuş ondan yani benden. Düşünebiliyor musunuz benden yok bunu düşünme! Düşüncelerimi alma benden yalnız değilim çünkü.

            Rüyalarım var pek nadir olsa da. Sabah kalktığımda pek hatırlamasam da benim yanımda olan rüyalarım var. Her gece yatmadan önce okuduğum dualarım var. Beni koruyan meleklerim var yatağımın üstünde. Bazen irkilirim korkuturlar beni korktuğumu anlayınca telaşlanmam hatta sevinirim bile. Korkmazsak nasıl insan oluruz ki biz. Nasıl yalnız olmadığımızı anlarız. Benim meleklerim onlar ben ne yaparsam yapim benimle gelen melekler. Yalnız olmadığımın ispatıdırlar.

            Ben yalnız değilim ki. Dünya yalnız, dünyadaki herkes yalnız, insanlar yapayalnız. Öyleki insanlar yalnız olduklarından bile habersizler. Kim var ki insanların yanlarında kendi çıkarlarından başka. Çıkarları olmazsa ki kalır ki yanlarında. İşte insanlar yalnız olmadığı zaman yani çıkarlarının olmadığı zaman ben yalnızım. O zamana kadar Dünya ben olmadığım gibi yapayalnız. Bense yalnız değilim. 
                                                                                                             Adnan KÖROĞLU

10 Ocak 2013 Perşembe

BAZEN


Bazen atıklarda doğan güneş olurum, bazen bir ömre bedel ruh
Bazen ayak sesi bile duyulmadan gezinirim her evde, bir hayalet misali
Bazense küçüklerin büyüklüğünü görürüm, nadir olsa da
Bazen gökyüzü olurum, özgürlüğün tadına doyulamasa da
Yeryüzü olmadığımı düşünürüm hep, yeryüzündeki bu kirliğinin olmadığını bazen
Suyun akış hızındaki o duyguyu düşünürüm bazen
Bazense o duygu olurum durgun bir göl misali,
Bazen yaprağın suçunu ararım, bazense yağmurun aşkını.
Bazen hayatın kurgusu insanı esiri eder, bazense sadece sevgisi eder.
Sevgi büyüdükçe güçlenir bazen,
Bazense aynı kalır bir şelaleden sonra suyun durulması gibi,
Bazen rüya görürüm, olmadığım bir yerde uyanırmışçasına, bir el gelir rüyamda
Sonra bir sevda,
Ele bakarım bazen, bazense eli tutarım hiç bırakmayacakmışsına
Uyandığımda ise “ah” derim, kimse anlayamayacakmış gibi
Bazen biz oluruz, hep biz 
Bazen yalnız kalırız, bazense sen bulutlar ve ben kalırız.
Yok yok biz hep yalnızız
Sen olsan da olmasan da yalnızız.
                                                                     Adnan KÖROĞLU


1 Ocak 2013 Salı

SON DURUM RAPORU



Israrlı savaşlar uğruna barışı sağlamak için sadece aracı olabilirim ben…o da yazıma devam etmemi sağlayan ısrarlar yardımıyla.

            Bu savaşları kazanma ve ya kaybetme uğruna her şeyin ortaya konulduğu savaşlardan değil. Ölümsüzlük iksirini bulmaya çalışan, güçlü olanın sırrını kabul etmeye çalışan ve asıl meselenin ne olduğu hiç bulunamayan savaşlardan. Bu savaşa hazırlanırken bazen son savaşa hazırlanırmış gibi davranırsın, bazen ise teknolojik satranç stratejilerinden yararlanırsın.

             Israrı kazanmak için önündeki en büyük engel, tıpkı korumasız bir kışlaya saldıracak askerleri durduran “ Dur kimdir o? “ diyerek nara atacak bir nöbetçinin olmaması yüzünden hiç beklemediğin bir yerden ve aniden darbeyi yemendir. O, öyle bir darbedir ki tam “tamam” dersin ama tek bir söz, tek bir hareket, sadece tek bir sebep yolunu bulup akan nehirler gibi alıp götürür, senden. Sen tüm bunlara rağmen yine de “olsun be” dersin. Bu sefer de gerçeğin ta kendisi yüzüne çarpar. Aşk sarhoşu olup durursun.

            Bilinmezlikler diyarındaki gizemi çözmeye kalkışmak ise en büyük hatan olur, ısrar savaşında. Kendimiz olmayı istemek yerine aldanırsan geçmişe, güçlüye ve tam direnmeye başladığın anda bir tokat gibi çarpar diğer insanların hayatı; başka çare kalmayınca ölerek uyumaya isyan edersin bir gün, hayır hayır hergün… İşte kanıt.

           Gününün geçtiğini anladığında çok geç olduğunu anlaman uzun sürmez ama yine beklersin sabredersin. Bu sabır bir şeyleri yapma arzusunun kırıldığı için değil, ne yapacağını bilmediğin için hiç değil. Bu sabır sadece beklemekten, sadece beklemekten. Yanlış zamanda sabrettiğini anladığın zaman ise zaman istersin, biraz zaman için neler verilmez ki ama sen zaten bekleyerek harcamışındır zamanı. İşte şimdi zaman kısıtlı olsa da, zorluklarla karşılaşılsa bile, tüm bunlara ayak uyduramasam bile yazılar savaşına, barışın savaşına hazırım, hazırlarım.

            Yazarın seyir defterinden bir alıntı: yazılara devam etme kararı alınmıştır.
                                                                                                         Adnan KÖROĞLU