29 Kasım 2011 Salı

DUR KİMDİR O?



- Duuuuur kimdir O?
- Gözetleme !
- İki
- Üç
          Mevziden karakola dönüyordu, bir grup asker. Bu askerlerin içerisinde ben ve İbrahim Çoban da vardı. İbrahim Çoban Şanlıurfa, kısa boylu hayat görmüş ya da gördüğünü zanneden biri ama şu kesin ki daha çok şey görmesi gereken de biri....
         Okumamış kişilerin cahil olmadığını ve ne kadar akıllı olduklarını bana kanıtlayan biri o. Kötülüğü sadece bilmediğinden yapan ya da kötülük yapmak isterken bile iyilik yapmayı öğreten biri. Hani şu kıssasa kıssas var ya onu yapmak isterken bile iyilik yapmayı ben, ondan öğrendim.
         Akşam olunca pusucular mevziye geldi ve bizden mevziyi devraldılar. Sonra karakola doğru yola çıktık. Tabi başta İbrahim. Karakola geldiğimizde karakol nöbetçisinin uzun soluklu ve nedeni bilinmeyen bir uzatmayla "Duuuuuur" sesiyle karşılaştık. O gün İbrahim benim ilk devriyemi bilircesine ve nöbetçiye nispet yapar tavrında " Gözeetleemee" diye bağırdı. Ordaki askerliği önemsemiyordu. Not: Sonoldan bira ben de onlara uydum. Ama bu önemsemenin derecesi vardı askerde. İbrahim'in derecesi en düşüktü mesela.
          Karakoldan bize verilen parola "Beş" ti. Sadece beş ama bizim için manası toplam beşti. Nöbetçi bir sayı söyler biz de verilen paroladan sayıyı çıkartırdık. -Üç -İki.... Parola tamam.
         İbrahim parolayı verdikten sonra nöbetçinin yanından geçerken "Kolay gelsin." diye bağırdı. Buna sadece ben gülmüştüm. Çok ilginç gelmişti ama bu diğerlerini şaşırttı. Normal hayatta iş yapan kişiye "kolay gelsin" demek kadar normal ne vardı ki onlar için. Garip bir durumdu, çünkü normal hayatta değildik ama bu durumun sadece bana garip geldiğini anladıktan sonra ben de onlara uydum. Başta İbrahim'e....
          Mevzide İbrahimle birlikte nöbet tutardık bu yüzden sık sık konuşma imkanı bulduk. Onunla konuşurken ben de cahil oluyordum ama konuşmaların bazıları öyle acayipti ki üniversite okuyanlar cahil kalırdı. Hep bana doğayla ilgili sorular sorardı. Matematik işlemleri yapardık beraber. Ona basit işlemler sorardım ve nasıl yapılacağını gösterirdim. Ona bilgilerimi vermeye çalışırdım o da bana telden şekil yapmayı öğretirdi. Evet dandik bir telden öyle güzel şekiller yapardı ki; tespih yapardı mesela.
         Beni davet ederdi hep köyüne, ailesini anlatırdı, anılarını.... Orda ünlü bir aşirete bağlılarmış. Aşiretleriyle birlik oluşturmuşlar tıpkı fabrikada çalışanların sendika kurması gibi bir şeymiş bu.
         Tabancalarda çok iyi anlardı. Zararını görmemişti galiba, en azından sadece ne işe yaradığını biliyordu ama önemini anlamamıştı. Hani şu silahını temizlemekten zevk alan, hızlı bir şekilde parçalarını çıkarabilen ve aynı hızla tekrar takabilen ve bütün özelliklerini saya bilenlerdendi. Özelliklerinin hepsini biliriz, öldürdüğünü de biliriz ama ölümü öldürmeyi anlayamayız. Yaşamadan bilemeyiz çünkü bir boşluktur bu.
         Bir söz var, "bir bakış bin söz eder anlayana" diye. Onun bakışları o kadar masumdu ki sırtında taşıdığı G3'ün suçunu örterdi hep. Okumayı, yazmayı fazla bilmese de, dört işlemleri yapamasa da cahil olmadığını gösterdi bana. Yani cahiliğin iki dudağın ucunda olmadığını kanıtladı. Kelimelerin yan yana gelmesine gerek yoktu onda. Yeni bir alfabesi vardı sanki konuşmak için. Hiç bilinmeyen, söylenmemiş sözler duyuyor ve yeniden cümleler kuruyordu ve benim bildiklerim bunlara yetmiyordu...
                                                                                                                 Adnan KÖROĞLU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder