2 Temmuz 2015 Perşembe
ANLIYORUM SENİ....
Anlıyorum seni... Beni sevmediğini düşünüyorsun.
Anlıyorum seni... Benden koca olmayacağını düşünüyorsun.
Anlıyorum seni... Evliliğe hazır olmadığımı düşünüyorsun.
Anlıyorum seni... Kendinden iyi bir sevgili olmayacağını zannediyorsun.
Anlıyorum seni... Yaşadığın bütün zorlukların içinde hiç sırası olmadığını düşünüyorsun.
Anlıyorum seni... Değiştiğimi zannediyorsun, yaşadıklarımı bilmeden
Sanki değişmeden önceki hayatımı çok umursarmış gibi...
Anlıyorum seni anlıyorum, anlıyorum işte... Acaba sen anlıyor musun?
Kalbimin kırıklığını,
19 Mayıs 2015 Salı
BEN
Ben hep kendimi nasıl sevdirebileceğimi düşünürdüm. Güvenilmek isteniyorsan kendini sevdirmek zorundasın. Yalancı bir sevgi duruşunu o kadar benimsedim ki en son baktığımda hayla o çocuk olarak kalmıştım. O şirin sevimli çocuk sayesinde yok oldum.
Ben en saf, en kolay kandırılabilen, olayın bütün heyecanına rağmen söylenen sözlere hemen inanabilen ve ekmeği hemen bırakır oldum. Fakat herkesin unuttuğu bir şey var; ne kadar saf olsam da, bütün dünyanın yalan demesine karşın en ufak bir söze inanmak istesem de, herkese güvenip hiç bir kötülük bulmasam da ben GÖRÜYORUM. Hiç bir şey yapmamam ve yapmayacak olmam görmediğim anlamına gelmiyor.
ADNAN KÖROĞLU
8 Ekim 2014 Çarşamba
GERÇEK
Acının ne olduğunu bildiğim an,
Alışmaktı amacım
İnsan kendi kendini yıpratıyor sonra alıştım diyormuş
Acıya alışılmazmış ki tedavi edilirmiş
Zamanın ne olduğunu bildiğim an,
Beklemekti amacım.
Beklemek böyle değilmiş,
Zaman bekletilmeye gelmezmiş ki
Ömür geçirilirmiş.
Gerçeğin ne olduğunu gördüğüm an,
Hayali bilmekti amacım.
Ama hayal gerçek değilmiş ki
Gerçek hayal kurmaya benzetilirmiş
(Ama hayal gerçek olsa ne güzel olurdu bi düşünsene)
Sevginin nasıl bittiğini hissettiğim an
Bitmemiş.
Sevgi ateş değilmiş ki sönsün
Sevgi güneşmiş hep parlasın....
Alışmaktı amacım
İnsan kendi kendini yıpratıyor sonra alıştım diyormuş
Acıya alışılmazmış ki tedavi edilirmiş
Zamanın ne olduğunu bildiğim an,
Beklemekti amacım.
Beklemek böyle değilmiş,
Zaman bekletilmeye gelmezmiş ki
Ömür geçirilirmiş.
Gerçeğin ne olduğunu gördüğüm an,
Hayali bilmekti amacım.
Ama hayal gerçek değilmiş ki
Gerçek hayal kurmaya benzetilirmiş
(Ama hayal gerçek olsa ne güzel olurdu bi düşünsene)
Sevginin nasıl bittiğini hissettiğim an
Bitmemiş.
Sevgi ateş değilmiş ki sönsün
Sevgi güneşmiş hep parlasın....
16 Temmuz 2014 Çarşamba
15 Temmuz 2014 Salı
DOYUMSUZ ARAMA
Bir dünyayı aramak istediğim anda kendimi buldum huzurlu bir şekilde yaşar gibi davranmak yerine. Aramak istediğim neydi yada bulduğum bendeki bulmak istediğim miydi? Başkalarının bulmak istediği doyumsuz sevgi, bana karşı güdülen bir savaş mıydı? Bilmiyorum. Belki de aradığım şey sevgi, bulduğum ise huzursuzluk , belki de tam tersi bilemiyorum işte
İnsan geleceğini nasıl düşünürse, yanlış yapmamayı nasıl isterse ,karar verme anı nasıl zorsa bütün bunların yaşanması da zordur elbet. Yaşayabileceğim yaşanması gerekenlerin teminatıysa yaşanmışlığın hiçliği, kayboluyor demektir.
Cümlelerin zor olduğu bu zalim dünyanın içinde bile kelimeleri iğneyle seçmeden önce mikroskopla bakman ve lameldeki gördüğünün ne olduğunu bilmen, bildiğini ise uygulaman gerekirken aynı zamanda düşünmen gerekir, aramak isteyip istemeyeceğini. Peki insan huzuru bu şekilde mi bulur yani arayarak mı? Kaç kalbi incitir? Kaç kalbin ruhuna dokunur? Kaç kalbin beklediği hüzündür? Kalpler arasında giden yolda gurur, yaşam isteğini geride bırakır, kalplerin içinde bir yerde...
Sevgiyi aramak istek dışı olursa gurur ne yapabilir ki hüzün hüsranı beklemekten başka. O, bunu da layıkıyla yerine getirdiğini de söylemeden edemeyeceğim. Dünya sonsuz bir çukur aşk gelir bulur adamı ama gurur "Dur " der " Bekle". Neyi beklediğine aldırış etmeden sadece bekle. Peki ya "Ara " deseydi. Gerçekten de huzuru bulabilir mi? Bir arkadaşım huzurlu bir aşkın olmadığını söylemişti. Aşk için acı gerekirmiş. Peki aşk olmadan birini bulursan huzurlu olabilir mi insan? İşte asıl soru bu...
Cümlelerin zor olduğu bu zalim dünyanın içinde bile kelimeleri iğneyle seçmeden önce mikroskopla bakman ve lameldeki gördüğünün ne olduğunu bilmen, bildiğini ise uygulaman gerekirken aynı zamanda düşünmen gerekir, aramak isteyip istemeyeceğini. Peki insan huzuru bu şekilde mi bulur yani arayarak mı? Kaç kalbi incitir? Kaç kalbin ruhuna dokunur? Kaç kalbin beklediği hüzündür? Kalpler arasında giden yolda gurur, yaşam isteğini geride bırakır, kalplerin içinde bir yerde...
Sevgiyi aramak istek dışı olursa gurur ne yapabilir ki hüzün hüsranı beklemekten başka. O, bunu da layıkıyla yerine getirdiğini de söylemeden edemeyeceğim. Dünya sonsuz bir çukur aşk gelir bulur adamı ama gurur "Dur " der " Bekle". Neyi beklediğine aldırış etmeden sadece bekle. Peki ya "Ara " deseydi. Gerçekten de huzuru bulabilir mi? Bir arkadaşım huzurlu bir aşkın olmadığını söylemişti. Aşk için acı gerekirmiş. Peki aşk olmadan birini bulursan huzurlu olabilir mi insan? İşte asıl soru bu...
20 Haziran 2014 Cuma
YOL ve ÖLÜM
Bir yanlışa düşmüşüm ucu bucağı belli olmayan bir yolun ardından
Bir gökyüzüne vurulmuşum yanlış amaçların yol verdiği bir hayatın ardından
Bir hayatın gerisinde uzun bir ömrü beklemek istemezken "günaydın" demiş hayat,
Eskimiş bir soytarının gülümsemesi gibi sırıtırcasına....
Bir düşmanın ardından bakarcasına sırıtma, basitmiş sadece basit.
Her şeyi vurur suratına kamçının bıraktığı iz gibi bırakır ruhuna.
Bir yuva bulmuşum içinde bulutların süzülerek dans ettiği bir evin ardından
Tam hayatın şekilleneceğini düşünmek isterken, bir kiracının monotonluğunu yaşar gibi,
Çıkıveren bir aydınlık olmuş ömür.
İstenmeyen olayları şekillendirmiş, duraksatmış, ispatlamış.
Ömrünün geri kalanını düşünmek isterken
Korkutur, ipe sapa gelmez bir serserinin baktığı güneş gibi korkutur.
Hayatımın akışını bilmek istemezken ölümün sıcaklığını hisseder gibi
Yol alır ruhumun karanlığını aydınlatmak ister, ben istemezken bile
Ve sonunda ünlü cümlesini söyler: "Ölümden daha güzel ne olabilir ki"
Adnan KÖROĞLU
11 Eylül 2013 Çarşamba
22 Ağustos 2013 Perşembe
İSTANBUL VE HAYAT
Ömrümün son mutluğunu yaşatırcasına bir yerlerdesin. Hayatım bir avuç toprağın içine batmış bir fidan olmuş. O fidan ki bir hayatın başlangıcı, bir hayatın ise sonu. İstanbul'un güzelliğinin unutturduğu gibi bir yaşam yani. O yaşamda filizlenen bir fidan var; Aşk...
Ey aşk nasıl bir cinssin sen? Gururdan öte misin ya seni tanıdıktan ve birlikte olmadıktan sonra geçen ömre bedel misin? Peki hiç mi önemsemezsin boşa geçen yılları ? Sevgiden de öte bütün yaşamlara hatta gerçeğin kendisine bile dimdik duracak kadar neyin var senin? Bunun için bile bir güç gerekir. Benim gücümün tükenmesine rağmen hala ayakta kalıp büyümen niye? Seni sevgiden, gerçek yaşamda yüz bulamamış o bağlamsız tek sevgiden tek sebebimden, üstün kılan şey nedir? Sevgi midir acaba...
Sevgi doğanın güzelliği ruhun berraklığıdır elbet ama tek olmayan. Benim sevgim niye tek diye hep sordum kendime ; onun sevgisi değil, bunun sevgisi tek değil benim sevgim tek. İstanbul tek zaten.
Zamanın geçmeden önceki hayalini bilmeden ve ya gözünden süzülüp giden bir damla göz yaşının bile bir görevi olduğunu anlamadan defalarca söylenen o olumsuz sözlerin ne anlamı var ki. dünyanın ekseninin yanlış yerde durduğunu hissittiğimde yaşadığım tek şey nedenimi sorgulamak oldu. Tek sebebim bende değilken nedenim nerde? Nerde beni sürekli derin duygularla düşünmemden alıkoyan ve bana başka hiç bir duyguyu tatmama izin vermeyen fikir? Ama niyeyse hep cevabını bildiğim sorular soruyorum galiba; Çünkü hayatın cevabını bilmeden yaşayamazsın ve ya sadece hayatın geçtiğini düşünemezsin. Sonra bir şey oluyor ve artık eskisi gibi olamıyorsun. Ol deseler bile, bıçak zoru deseler bile yine yine olamıyorsun
Hayatımın ifadesi, aslında sebebini defalarca sorduğum ve o asılsız suçlamaları bile aradığım ama ne cevabı ne de aradığımı bulduğum senelerce geçen o tanışma anları galiba. Geçmişin geçmişte kalması ne kadar önemli olabilir ki nasıl olsa gelecek gelecekte kalmayacak ve şimdi geçmişte kalacak. O kadar önemsemedim ki dört yıl on dört gün beş saat cevabını beklediğimi fark etmedim. Hayat en uzun ifadeyle bu
Bir arkadaşım evlilik kader midir diye bir soru sormuştu. Cevabını hep hayır diye düşündüm ama işin aslı yapılacak evlilik seni mutlu eden tek sebebinle yapılacaksa evet. Kaderi yaşamak herkes ister ama böyle bir kader, İstanbullu kaderi.
Adnan KÖROĞLU
Ey aşk nasıl bir cinssin sen? Gururdan öte misin ya seni tanıdıktan ve birlikte olmadıktan sonra geçen ömre bedel misin? Peki hiç mi önemsemezsin boşa geçen yılları ? Sevgiden de öte bütün yaşamlara hatta gerçeğin kendisine bile dimdik duracak kadar neyin var senin? Bunun için bile bir güç gerekir. Benim gücümün tükenmesine rağmen hala ayakta kalıp büyümen niye? Seni sevgiden, gerçek yaşamda yüz bulamamış o bağlamsız tek sevgiden tek sebebimden, üstün kılan şey nedir? Sevgi midir acaba...
Sevgi doğanın güzelliği ruhun berraklığıdır elbet ama tek olmayan. Benim sevgim niye tek diye hep sordum kendime ; onun sevgisi değil, bunun sevgisi tek değil benim sevgim tek. İstanbul tek zaten.
Zamanın geçmeden önceki hayalini bilmeden ve ya gözünden süzülüp giden bir damla göz yaşının bile bir görevi olduğunu anlamadan defalarca söylenen o olumsuz sözlerin ne anlamı var ki. dünyanın ekseninin yanlış yerde durduğunu hissittiğimde yaşadığım tek şey nedenimi sorgulamak oldu. Tek sebebim bende değilken nedenim nerde? Nerde beni sürekli derin duygularla düşünmemden alıkoyan ve bana başka hiç bir duyguyu tatmama izin vermeyen fikir? Ama niyeyse hep cevabını bildiğim sorular soruyorum galiba; Çünkü hayatın cevabını bilmeden yaşayamazsın ve ya sadece hayatın geçtiğini düşünemezsin. Sonra bir şey oluyor ve artık eskisi gibi olamıyorsun. Ol deseler bile, bıçak zoru deseler bile yine yine olamıyorsun
Hayatımın ifadesi, aslında sebebini defalarca sorduğum ve o asılsız suçlamaları bile aradığım ama ne cevabı ne de aradığımı bulduğum senelerce geçen o tanışma anları galiba. Geçmişin geçmişte kalması ne kadar önemli olabilir ki nasıl olsa gelecek gelecekte kalmayacak ve şimdi geçmişte kalacak. O kadar önemsemedim ki dört yıl on dört gün beş saat cevabını beklediğimi fark etmedim. Hayat en uzun ifadeyle bu
Bir arkadaşım evlilik kader midir diye bir soru sormuştu. Cevabını hep hayır diye düşündüm ama işin aslı yapılacak evlilik seni mutlu eden tek sebebinle yapılacaksa evet. Kaderi yaşamak herkes ister ama böyle bir kader, İstanbullu kaderi.
Adnan KÖROĞLU
20 Mart 2013 Çarşamba
Yalnızım.
Kendimi yalnız hissediyorum ki,
bu yalnızlıktan daha kötü benim yalnızlığımı ve kendimi yalnız hissetmemin
yalnızlıktan da kötü olduğunu anlayacak senden başka kimsem yok.( Biraz karışık
bir cümle oldu, galiba. Bilimsel olmadığı da kesin, edebiyat tarihçisi çıkarsın
artık anlamını)
Ve sen de yoksun. Belki de hiç
olmayacaksın. Sözcüklerden oluşturmaya çalıştığım bir köprüden sana ulaşmaya
çalışacağım ve biliyor musun, sen bütün bunları okurken, ben yazdıklarımı
şakacı bir gülüşümle reddedeceğim.( dalga geçer gibi değil, sadece
umursamazcasına ve hayatımla gururdarcasına )
Beni bir gün görürsen, gördüğünün
bu satırları sana yazan adam olduğuna inanamayacaksın. Duyduğum aşkı, özlemi ve
bunları duymaktan hissettiğim korkuyu güvenli bir duruşun ardına saklayacağım.(
önünde kaf dağının en tepesindeki ağaç gibi dimdik duracam) Yüzümde
satırlarımdan bir iz aradığında onlar orda olmayacak. Sana nasıl yalvardığımı
hiç işitmeyeceksin, sıradan bir “Nasılsın?” sözcüğü saklayacak o yalvarışı ama
bütün bunlar, bu sahte kibir, bu şakacı gülüş, bu sıradan “Nasılsın” sözü, bu
güvenli duruş içimdeki sesi dindirmeyecek. (Ağacın gölgesini göremeyeceksin ama
ağacın yıpranışlığı şelalenin şırıldaması gibi rüzgarın gücüyle savrulacak)
Bütün bunlara hiç aldırmadan bana
sarılmanı bekleyeceğim. Bazen benden babandan korktuğun gibi korktuğunu, bazen
çocukluğunu okşar gibi okşadığını görmek isteyeceğim.( lafın gelişi
isteyeceğim. Aslında hissedeceğim.)
Aralarında dolaştığım
kalabalıklar içerisinde yalnızlığımı görenler ve kendimi yalnız hissetmemin
yalnızlıktan da kötü olduğunu sezen bir tek sen varsın.(işte ilk cümlenin
önemliliği) kırılgan bir köprüden sana doğru yürüyorum. Sana ulaşamazsam, sesim,
kelimelerim sana değmezse ve sen bana bir daha dokunmazsan, işte o zaman korkarım
sonsuz ve sensiz bir boşluğa yapayalnız düşeceğim.
Beni tut, beni her şeye rağmen
tut! (çünkü düştüğüm yerde sen olmayacaksın ve sözcüklerimden başka kurtaran da
olmayacak)
Nedim
OKAN
Derleyen:
Adnan KÖROĞLU
19 Mart 2013 Salı
YAŞAMAK İSTERKEN
Hiç fazla yaşayabileceğimi
düşünmüyorum artık…
Satranç
oyunlarında veya bilgisayar oyunlarında öğrendiğim bir şey varsa bir adım
geride kaldığın anda rakibin kazandığıdır. Dünyadaki güç savaşlarını düşünelim
geride kalmamak için hangi canı harcamazlar! Sen kazanabilmek için bir adım
atarsın üstelik o adımı bütün zorluklara direnerek atarsın, rakip iki adım. Sen
bir adım daha atarsın rakip iki adım, üç adım, beş adım, yüz adım, bazen rakip
o kadar çok adım atar ki sen kendini sinek hissedersin. Önde olan daima kendi
avantajının üst sınırındadır. İşin en iğrenç yanı ise senin bir ömür verdiğin
adıma rakip bir saniyesini verir ve ben otuz yaşındayım hayattan otuz yıl
gerideyim.
Ben yaşamıyorum; dünyanın ruhu sadece benim
bildiğimden ibaretse eğer, karanlık tüm aydınlığın üstüne ve tek düzenliğin
üstüne çökmüşse eğer, tek önemsenen şey sadece kendi için yaşamaksa ve bunu
bütün dünyaya avazı çıktığı kadar bağırarak duyurmaksa ve bu böbürlenmenin
yanında herkes onu alkışlıyor, onurlandırıyorsa eğer, evet ben yaşamıyorum.
Kalbimin
duracak gibi olduğu anlarda sevginin ne olduğunu düşündüm hep. Bulduğumu
düşündüğüm anlarda bile düşündüm seni ama en acısı da bilinenlerin ötesindeki sırrı kabullenmemek oldu. Niçin
kabullenemedim yoksa kabullendim de isyan mı ettim? Bilemiyorum, hayla ediyor
muyum? Onu da bilemiyorum ama kalbimin nerde olduğunu sen öğrettin bana. Bunu
biliyorum. Tabi bu bir insandan kaynaklanmıyor, o kadar basit değil. Bu
içimizdeki var olanı dışarıda yansıtmakla görevli (tabi bu ne kadar başarılı
bilemiyorum) doğadan kaynaklanıyor. Sevginin kimlere ait olduğunu, sevginin
niçin ihtiyaç olduğunu ve bunu sağlamak için niçin çaba sarf edilmediğini
anlayamadığım bu dünyadan kaynaklanıyor.
Savaşları
sevgi mi yönetir yoksa sevgi sadece kurban mıdır? Acımasız olarak düşündüğüm
savaşlardaki güzellikleri görebilseydim keşke. Evet acımasızlar, ruhlar alemini
güzelleştiren çiçekler bile acımasız bence, güzel kokulu zambak çiçekleri.
Kokuları herkesi etkileyebileceğini sanırsın ama bir bakmışsın ki kokusu sadece
gerçeğin üstünü örtmüş.
. İnsanları
düşünelim, savaşları birbirlerini acımasızca bitiren o kansız ama yok edici açlık
savaşlarını. Ortaya çıkmak için bütün gücüyle çaba sarf eden sevginin gücüne
nasıl engel olduğumuzu düşünelim. Düşünelim ki beynimizi kemiren kemirgenlerin
seslerini bastırabilelim. Güç dedikleri eğer bu kansız savaşlarsa ben güçsüzüm
ama güç dedikleri eğer bunları bilmekse benden daha güçlü kimse yok bu dünyada
ve bunları öğrenenlerin de fazla yaşamaya yetecek güçleri yok.
İnsanlar
kendi savaşlarını yarattıklarını zannederler; oysa kendi savaşlarında
yaşamalarına son verirler. Bir trafik kazasında ölenlerin sayısı savaştan az
mıdır?; ya da uçurumdan aşağıya sonunu düşünerek atlayanların sayısı ve buna itenlerin sayısı. Beni bitiren
sevgisizlik değildir, bu sonsuz savaşlardır. Evet, bunlar zaten bir savaştır ve
bu savaşları bitirmek imkansızdır. Tıpkı fazla yaşamanın imkansız olduğu gibi,
tıpkı bu savaşın biteceğini görmenin imkansız olduğu gibi….
Adnan
KÖROĞLU
6 Şubat 2013 Çarşamba
BİR EL TUTMAK
Küçücük bir ordudur; dev taneler arasında yaratılan bir nesne, büyür gelişir, aynı zamanda acayipleşir adaletin peşinden koşarcasına. Girer ve dünyamı değiştirir bir mumun alevinin hiç sönmezcesine ve büyür bir çığın ardında kalan dimdik duran mutlu evlere bakarcasına.
Ardı arkası kesilmeyen bir yoldur bu.Süreklidir ne zaman biteceği bilinmez, bittiği kabul edilmez, sadece varsayılır. Mutlu olmak için yaşadığım onca yılı, bu süreklilik alıp götürdü. Yerini doldurduğu nesnedir bu, taneleri kuşatarak savaşa hazırlayan.
Tanrım aşk mıdır bu? Beni benden alıkoyan sürekli içimde yaşayan ve asla kopmayan. Bu nesne midir? Elimde tuttuğum ve aklımdaki sözcükleri somutlaştırırcasına yazdıran. Bu gurur nerdedir peki? sürekli düşünmemi ve aramamı engelleyen. Niçin her gün, her saat aranır? ve "tam buldum." denir. Bir bakmışsın " Her gün konuşmaya alışık değilim." diye bir söz, geniş bir duvar örmüştür zamanın karşısında. " Daha önce nerdeydin niçin aramadın be ey adaletin peşinden gitmek isteyen dev tane ..." Of o zamanlar pek bir uğrardı yanıma gurur ve sürekli düşünmemi sağlardı, düşündükçe aramamı engellerdi ara verilmiş zamanın arkasındaki gurur. Nasıl aranmazdı, nasıl düşünülmezdi ki hayatta tek sebebin olmuş ve seni büyütmüş dev alev. Evet büyüdüm artık. Hesap sorabilecek kadar değil belki ama içimde sürekli yaşayan taneyi yaşatacak ve acayipleştirecek kadar.
Ara verilmiş yazların arkasından dolaşıp geçecek bir sevgi midir bu? Yoksa bir fırsat mı? Yok yok o kadar basit olamaz. Daha önce kabul edilmedim ki ben, ara verilmiş dağın yamaçlarının ardında kalan bir fırsat olsun. Hem şimdi niye kabul edilim ki. Süreklilik hariç her şeyin değişmesinden başka ne değişti, hayatımda? Hayatım umutsuzluk olmuşken umuda doğru yolculuk niye? Sevgim tek yöne bakarken karşılıklı sevgi aramak için hareket etmemem niye? Onca sene olmamışken içimdeki yaşattığım taneyi atmamam niye? Oysaki benim tek hayalim vardı, bir el tutmak.
Adnan KÖROĞLU
30 Ocak 2013 Çarşamba
KURALLARIN BÜTÜNLÜĞÜ
Sistematik
kuralların bütünlüğünün kırılmasının eşiğinde olduğunu düşünüyorum bazen; yani
düzeni oluşturan kuralların bütünlük anlamındaki değerinin kırılmasını ama bu
sadece düşünmek olamaz bu kadar basit olamaz. Bunu düşünmek masmavi bulutların
bir anda kapkara bulutlara dönüşüp ve gram yağmur yağdırmamasını ummak gibi
hissetmektir. Bu his kuralların bütünlüğünü bozmak düşüncesiyse eğer bunlar
teker teker kırılamaz demektir ve bu da bir bütünlüğün bozulmasını sağlayacak
tek şeyin teker teker yok etmekten ziyade bütünsel yapısının bozulmasını
sağlamak olduğunu gösteriyor. Gestalt psikolojisi gibi. Bu psikolojiye göre tek
başına oluşan bir güçten ziyade güçlerin birliğinden söz eder, yani tek tek
kurallar hiçbir işe yaramaz düzensizlik oluşturur. İsterse milyarlarca kural
olsun tek tek oldukları sürece hiçbir işe yaramaz ama bu kurallar bir arada
iken işte doğanın dengesini korur.
Tek bir
kuraldan bahsetmiyorum, ya da okul kuralı gibi bütünlükten de bahsetmiyorum,
doğanın eşsiz kusursuz düzeninden de bahsetmiyorum. Benim asıl bahsettiğim
dünyadaki sistematiğin yapısı. Mesela bir evlilik bir seri kurallardan oluşur.
İyi günde, kötü günde, falan… peki bu evliğin bozulması için kurallardan bir
takımının bozulması yeterli midir? Tabi ki değildir. Evlilik bütünlünün
bozulması ve gitgide kötüye gitmesi gereklidir ve bunu da sağlayan bu kuralları
beraber oluşturan karı- kocadır, yani kuralların bütünlüğünün bozulması sadece
bunu bir araya getirenler tarafından yapılır.
Sadece kelime anlamındaki kural günün birinde
bütünleşerek birleşir ve güçlenir ve kırılması ise bir anda o bütünleşmeyi
sağlayan güç tarafından olur.
Adnan KÖROĞLU
20 Ocak 2013 Pazar
YALNIZ DEĞİLİM
Hayallerim ve rüyalarım kaldı hep
benim yanımda; yani yalnız değilim. Hiç olmadım. Dünya bana sırtını döndüğünde
bile olmadım. Sen beni istemediğinde bile yalnız olmadım ben. Olamam ki
hayallerim var benim. Gerçek olmayan ama benim önemsediğim, benim istediğim
kahramanlarım var. Orda yaşıyorum ben. Kuzgun renginde bir şatom ve zırhlı
ordularım var mesela. Ha bide çok güçlüyüm ben. Öyle demeyin bir kılıçla yıkar
geçerim. Pelerinimi çıkardığım zaman görün beni. Kimseye acımam, yok yok onu
yapamam işte ben önemserim ki herkesi. İyiliğe iyilik kötülülüğe yine iyiliktir
benim prensibim. Dünyanın tüm pisliklerine karşı inadına iyilik…
Hayallerim
var benim. Gizli bir ajanım mesela. Orduda görev yapmış sonra ayrılmış yanına
olağanüstü yetenekleri olan adamlarını almış tüm kötülüklere karşı savaşan bir
ajan. Üstelik bu ajan kimseden de emir almıyormuş, deli yürek misali. Mafyaya
dönüşmüş sonra, dünya korkar olmuş ondan yani benden. Düşünebiliyor musunuz
benden yok bunu düşünme! Düşüncelerimi alma benden yalnız değilim çünkü.
Rüyalarım
var pek nadir olsa da. Sabah kalktığımda pek hatırlamasam da benim yanımda olan
rüyalarım var. Her gece yatmadan önce okuduğum dualarım var. Beni koruyan
meleklerim var yatağımın üstünde. Bazen irkilirim korkuturlar beni korktuğumu
anlayınca telaşlanmam hatta sevinirim bile. Korkmazsak nasıl insan oluruz ki
biz. Nasıl yalnız olmadığımızı anlarız. Benim meleklerim onlar ben ne yaparsam
yapim benimle gelen melekler. Yalnız olmadığımın ispatıdırlar.
Ben yalnız
değilim ki. Dünya yalnız, dünyadaki herkes yalnız, insanlar yapayalnız. Öyleki
insanlar yalnız olduklarından bile habersizler. Kim var ki insanların
yanlarında kendi çıkarlarından başka. Çıkarları olmazsa ki kalır ki yanlarında.
İşte insanlar yalnız olmadığı zaman yani çıkarlarının olmadığı zaman ben
yalnızım. O zamana kadar Dünya ben olmadığım gibi yapayalnız. Bense yalnız
değilim.
Adnan KÖROĞLU
10 Ocak 2013 Perşembe
BAZEN
Bazen atıklarda doğan güneş olurum,
bazen bir ömre bedel ruh
Bazen ayak sesi bile duyulmadan
gezinirim her evde, bir hayalet misali
Bazense küçüklerin büyüklüğünü
görürüm, nadir olsa da
Bazen gökyüzü olurum, özgürlüğün
tadına doyulamasa da
Yeryüzü olmadığımı düşünürüm hep,
yeryüzündeki bu kirliğinin olmadığını bazen
Suyun akış hızındaki o duyguyu
düşünürüm bazen
Bazense o duygu olurum durgun bir
göl misali,
Bazen yaprağın suçunu ararım,
bazense yağmurun aşkını.
Bazen hayatın kurgusu insanı esiri
eder, bazense sadece sevgisi eder.
Sevgi büyüdükçe güçlenir bazen,
Bazense aynı kalır bir şelaleden
sonra suyun durulması gibi,
Bazen rüya görürüm, olmadığım bir
yerde uyanırmışçasına, bir el gelir rüyamda
Sonra bir sevda,
Ele bakarım bazen, bazense eli
tutarım hiç bırakmayacakmışsına
Uyandığımda ise “ah” derim, kimse
anlayamayacakmış gibi
Bazen biz oluruz, hep biz
Bazen yalnız kalırız, bazense sen
bulutlar ve ben kalırız.
Yok yok biz hep yalnızız
Sen olsan da olmasan da yalnızız.
Adnan KÖROĞLU
1 Ocak 2013 Salı
SON DURUM RAPORU
Israrlı savaşlar
uğruna barışı sağlamak için sadece aracı olabilirim ben…o da
yazıma devam etmemi sağlayan ısrarlar yardımıyla.
Bu savaşları kazanma ve ya kaybetme
uğruna her şeyin ortaya konulduğu savaşlardan değil. Ölümsüzlük
iksirini bulmaya çalışan, güçlü olanın sırrını kabul etmeye
çalışan ve asıl meselenin ne olduğu hiç bulunamayan
savaşlardan. Bu savaşa hazırlanırken bazen son savaşa
hazırlanırmış gibi davranırsın, bazen ise teknolojik satranç
stratejilerinden yararlanırsın.
Israrı kazanmak için önündeki en
büyük engel, tıpkı korumasız bir kışlaya saldıracak askerleri
durduran “ Dur kimdir o? “ diyerek nara atacak bir nöbetçinin
olmaması yüzünden hiç beklemediğin bir yerden ve aniden darbeyi
yemendir. O, öyle bir darbedir ki tam “tamam” dersin ama tek bir
söz, tek bir hareket, sadece tek bir sebep yolunu bulup akan
nehirler gibi alıp götürür, senden. Sen tüm bunlara rağmen yine
de “olsun be” dersin. Bu sefer de gerçeğin ta kendisi yüzüne
çarpar. Aşk sarhoşu olup durursun.
Bilinmezlikler diyarındaki gizemi
çözmeye kalkışmak ise en büyük hatan olur, ısrar savaşında.
Kendimiz olmayı istemek yerine aldanırsan geçmişe, güçlüye ve
tam direnmeye başladığın anda bir tokat gibi çarpar diğer
insanların hayatı; başka çare kalmayınca ölerek uyumaya isyan
edersin bir gün, hayır hayır hergün… İşte kanıt.

Kaydol:
Kayıtlar (Atom)