20 Ekim 2011 Perşembe

DURUM RAPORUNA EK


          Yazarın seyir defterinden:
          Bugünlerde yazmak istemedim .Çünkü üzüntüyü yazamıyorum. Ne bileyim beceremiyorum işte. Önce yazmaya başlıyorum: "Bugün acıklı, yaslı, duygu dolu ve kan kokulu bir gündür ve kan ne olursa olsun kötüdür." Ama bu kadar devamı gelmiyor işte.... Oysa böyle olmayacağını, susmanın vakti değil de bağırmanın herkese duyurmanın gerektiğini en çok söyleyen bendim. Kendi kendimi suçluyorum şimdi ben böyle miydim? ya da böyle mı yapacaktım?
           Bugün kaç gündür göremiyoruz göremiyoruz dediğimiz Jüpiter'i gördük ve hemen bir şans oyunu oynadık. İlginçtir gezegeni ne görmek içimizden gelmişti? Ne de şans oyunu? Bir anda oldu, bir anda ama bu ilginç olayın meydana geldiği gün üzüntünün en yoğun olduğu gün.
           Hep dışarıya karşı bağırırız  ya: " Niye kalıcı adım yok? Niye hep aynı olaylar oluyor?" diye üzülmüyormuş gibi yaparız hatta bazen " Üzülmüyorum" deriz ya; ama içimize karşı öyle bir şiddetli oluruz ki öyle bir üzülürüz ki dışarı çıksa volkan olacak zannederiz. Dünyanın magma tabakasında duran lavların bir çıkış yolu bulduktan sonraki o şiddetli patlamaları gibi.
          Öğrencilere satrancı anlatırken hep savaşlardan örnek verirdim. Şimdi anlıyorum, nasıl büyük bir hata yaptığımı.Çocuklara satrancı sevdirmeye çalışıyorum; ama aynı zamanda çocuklara, satranca benzettiğim savaşı da sevdirmeye çalışıyormuşum meğer. Bugün Şah İsmail'le Yavuz Sultan Selim'in satranç hikayesini anlattım çocuklara. Hikayenin sonunda Yavuz Sultan Selim'le Şah İsmail savaşıyorlar. Öğrencilere anlatırken kendimi kaptırdığımı ve satranç taşlarıyla savaştaki askerleri birbirine benzettiğimi farkettim. Sonra yanlışlık yaptığımı farkettim ve "Satranç bir oyundur ama savaş gerçektir." dedim ve konuyu kapattım.
          Evet satranç bir oyundur ve satrançta kan yoktur. Oysa savaş gerçektir, kan da gerçektir ve kan kötüdür.Bunu başlatanlar ise asla şehitlerimiz değildir.
                                                                                                        20.10.2011
                                                                          ( Hakkari'deki şehit haberlerinden bir gün sonra)  
                                                                                                  Adnan KÖROĞLU                                 

3 yorum:

  1. kimi zaman aklımızdan geçenleri ya da ruhumuzun kulağımıza fısıldadıklarını dökemesek bile bir şekilde an geçiyor. biz daha "ne oluyor, bu insanlar neler yapıyor?" derken dünya da bir yandan tam gaz dönmeye devam ediyor; her şey olurken, saygı değer jüpiter'in karşımıza dikilip bize göz kırpması gibi. =)

    ne varsa oluyor ve devam ediyor işte...

    *sasely

    YanıtlaSil
  2. Sevgili arkadaşım, hepimizin canı sıkkın bu günlerde.Kaygılıyız bir de. Farklı noktalarda da olsa kaygımız üzüntümüz gerçek olan.Ülkenin gidişatı iyi değil, ben de konuşmak istemiyorum, farkındaysan pek yazmıyorum da bu aralar. Ateş hepimizi yakıyor gördüğün gibi."Yok edin insanın insanına kulluğunu" diyor ya büyük şair, insana zulmedenlerin, hükmedenlerin sağduyuyla hareket edip kardeşi kardeşe kırdırmanın baş kışkırtıcılığını değil halkları kardeşçe bir arada yaşatmanın yollarını bulmaları gerektiğine inanıyorum.Bizi yöneten birinci el bu gün analara sesleniyor, o analar ki yıllardır Galatasaray Lisesinin önünden sesleniyorlar da duyan yokkk. Analarımız bizi kardeş doğurdular, kardeşçe yaşadık hep.Bizi bize düşman eden zihniyete karşı tepkimizi göstermenin zamanıdır diyorum . Yazın çok çok güzel olmuş...
    Günay

    YanıtlaSil
  3. Savaşa gelince, savaşı çok yönlü ele alacaksın. Kaçınılmazdır savaş. Bir çok konuda savaş veririz. Kötü olan insanın insanı yok etme hırsıdır, uzlaşı yolu mutlak vardır. Benim dediğim bir hastalıkla savaş, bir hedefe ulaşma, cehaletle savaş gibi mücadeleyi gerektiren savaşlardır. En güçlüsü savaşların; savaşı yok etmek için verilen savaştır! Savaşsız bir dünya dileğimle silahımız hep kalem olsun arkadaşım..
    günay

    YanıtlaSil